BUGÜN seçim var, sandıktan çıkacak sonuçlar millete ve memlekete hayırlı olsun! Gazete yazarlarının seçim günlerinde konu bulmaları zordur, zira seçim yasakları o gün bütün şiddetleri ile hüküm sürerler, dolayısı ile siyaseti çağrıştıracak tek kelime edemezsiniz, üstelik siyasi partilerden biri yazdıklarınızdan nem kapıp şikayette bulunabilir ve sonra uğraşıp durursunuz…
Dolayısı ile bugün siyaset ile hiç alâkası olmayan ama milletçemerak duyduğumuz bir konuda; müneccimler”, yani yıldızlar vasıtası ile geleceği belirleyenlerle ilgili birşeyler yazayım ve tarihimizin en önemli iki müneccimini anlatayım dedim…
MÜNECCİMİN İKİ AYRI GÖREVİ
Tarih ve gelecek tahmini hakkında kaleme alınmış olan kitaplarda yüzlerce ve binlerce falcının, kâhinin, medyumun, müneccimin vesairenin ismi vardır ve bu isimlerin en önemlisi, 16. asrın meşhur Fransız kâhini Nostradamus’tur.
Bizim, yani Türkler’in Nostradamus’u ise 17. yüzyılın ortalarında yaşamış olanMüneccimbaşı Hüseyin Efendi ile 19. asır kâhini Müştak Baba’dır.
Müneccimler, eskilerin “ilm-i nücum” dedikleri iş ile uğraşırlardı. “Nücum”sözü “yıldızlar”, “ilm-i nücum” da “yıldız ilmi” demekti ama müneccim ile zamanımızın astrologları arasında dağlar kadar fark vardı. Müneccimliğin şartı matematiği ve astronomiyi çok iyi bilip devamlı gözlem yapmaktı. Burçların gökyüzündeki durumunu kâğıt üzerinde yorumlayan zamane astrologlarının aksine müneccimin gözü her an gökyüzünde idi.
HEM TAKVİM HEM GELECEK TAHMİNİ
Saray müneccimlerinin asıl vazifeleri zaten falcılık etmek değil, gökyüzünü inceleyip takvim hazırlamak, yani Ramazan’ı gelişini, bayram günlerini ve namaz vakitlerini belirlemekti. Ama, müneccimlerden bazıları binlerce senelik geleneklere uyar ve hükümdarın bahtının açık olup olmadığını yıldızların hareketiyle açıklamaya çalışıp “ahkâm takvimleri” hazırlarlardı ve “ilm-i nücum” işte buna denirdi.
17. asrın ortalarında yaşamış olan müneccimlerden Hüseyin Efendi, 1640’ta hazırladığı ahkâm takviminde Dördüncü Murad’ın ve Sultan İbrahim’in öleceğini önceden bilince efsane haline gelmiş ama Dördüncü Mehmed’in de öleceğini söyleyince hayatından olmuştu. İstanbullu olan Hüseyin Efendi medrese tahsilini tamamladıktan sonra sarayda müneccimlik yapmaya başlamıştı. Yıldız ilminin ayrıntılarını zamanın müneccimbaşısı olan Mehmed Çelebi’den öğrenmiş, Mehmed Çelebi’nin vefatının ardından müneccimbaşılığa getirilmiş ve devrin hükümdarı Dördüncü Murad tarafından bizzat imtihana tabi tutulup takdir edilmişti.
Hüseyin Efendi’ye şöhret yolunu 1640 yılı için hazırladığı ahkam takvimi açtı. Takvime yazdığı yorumlarda Dördüncü Murad’ın öleceğini ve tahta bir başka padişahın geçeceğini “Hüseyin-i nâ- Murad” sözleri ile ifade etmiş ve Dördüncü Murad’ın o sene bitmeden ölmesi de tahminini doğru çıkarmıştı.
Tahta geçen Sultan İbrahim zamanında memleketin yaşadığı sıkıntılar insanların geleceğe dair merakını daha da arttırmış ve tahminlerinde yanılmayan müneccim, daha da önem kazanmıştı. 1648 senesi için hazırladığı takvimde de Sultan İbrahim’in ölüp yerine Dördüncü Mehmed’in padişah olacağını şifreli şekilde de olsa ifade etmesi, yani iki padişahın ölümünü de bilmesi üzerine Hüseyin Efendi memleketin en önemli isimlerinden oldu.
Yıldızların hareketine verdiği anlamların doğruluğu halk arasında dilden dile anlatılıyor, sarayın bütün ileri gelenleri geleceklerini öğrenebilmek için Hüseyin Efendi’nin konağına akın ediyorlar ve müneccimin hem serveti hem de siyasî gücü arttıkça artıyordu.
Böylesine büyük şöhret kazanan Müneccimbaşı Hüseyin Efendi’nin gözden düşmesine ve ardından da öldürülmesine, yine hazırladığı bir ahkam takvimi sebep oldu. 1650 yılı için çıkardığı takvimde yıldızların hareketinde “vefat-ı Mehmed” ifadesinin bulunduğu hükmünü çıkarmış ve o sene içerisinde dördüncü Mehmed’in öleceğini, yerini bir başkasının alacağını söylemişti.
SÜRGÜNE GİDERKEN KAÇTI
Hüseyin Efendi’nin aleyhtarları fırsatı ganimet bilip durumu hemen Dördüncü Mehmed’e haber verdiler. O sırada henüz 10 yaşında olan Dördüncü Mehmed, saray kadınlarının da etkisi ile vaktiyle yere-göğe koyamayıp hediyelere gark ettiği Hüseyin Efendi’yi derhal zindana attırdı ama birkaç gün sonra İstanbul’un dışına sürgüne gitmesini emretti. Zindandan çıkartılan Hüseyin Efendi ise sürgüne gitmek yerine yakın dostu olan Silahdâr Kâtibi Sarhoş İsmail Ağa’nın İstinye’deki yalısında saklandı ve Dördüncü Mehmed’in annesi Tarhan Sultan’a mektuplar göndererek affını rica etti.
Müneccimin saraya yazdığı mektuplardan haberdar olan düşmanları,Hüseyin Efendi’nin öldürülmesi için hükümdardan izin aldılar vemüneccimin yaptığı tambu sırada son doğru tahmin de kendi geleceği hakkında oldu: Saklandığı yerde kendi doğum tarihi üzerinde bazı hesaplarda bulunmuş, büyük sıkıntıya düşeceğini görmüş ve bir kayığa binerek saklandığı yalıdan kaçmıştı.
CESEDİ DENİZDEN ÇIKTI
Müneccimbaşı yalıdan uzaklaşırken idamı için gönderilen saraymuhafızları kaçtığını farkedip peşine düştüler. Rumelihisarı civarında yakalandı, muhafızlar tövbe edip kelime-i şahadet getirmesini bile beklemeden Hüseyin Efendi’yi soydular ve boğup denize attılar.
Cenazesi birkaç gün sonra kıyıya vurdu, bir zamanların bu güçlü müneccimini tanıyanlar küçük bir cenaze merasiminden sonra cesedini defnettiler ve Hüseyin Efendi’nin bütün serveti devlet hazinesine devredildi.
Müneccimbaşı Hüseyin Efendi’nin öyküsünü, tarihçi Uğur Demir’in bundan seneler önce yayınlanmış bir yazısından naklettim… Hüseyin Efendi padişahların ne zaman öleceklerini önceden doğru olarak tahmin etmiş ama kendi geleceği konusunda işte böyle büyük hatâlar yapmıştı…
İşte, Müştak Baba’nın Ankara’nın başkent olacağını 100 yıl önceden bilmesinin belgesi
MÜNECCİMLİK ve kâhinlik tarihimizde, gelecekte yaşanacak bir hadiseyi açıkseçik, sembollere ve şifrelere boğmadan düzgün şekilde yazmış olan tek bir kişi vardır: 1830’ların başında idam edilen Müştak Baba…
Müştak Baba, 1750’lerde Bitlis’te doğdu. Medresede okurken tasavvufa merak saldı ve Kadirî tarikatine girdi. Sonra, uzun seyahatlere çıktı; İstanbul’daki Selâmi Efendi Dergâhı’na şeyh oldu ve zamanın hükümdarı İkinci Mahmud ile Sadrazam Âkif Paşa’nın yakın çevresine girdi. Derken memleketini özledi ama Bitlis’e dönerken uğradığı Muş’ta “sihirbazlık ettiği” gerekçesiyle öldürüldü, bir iddiaya göre de idam edildi.
Zamanının kuvvetli bir şairi olan Müştak Baba “her harfin bir sayı değeri taşıması ve bu sayıların gelecekten haber almakta kullanılması” temeline dayanan “Ebced” sistemini kullanarak bir kehanette bulunmuştu. Müştak Baba,tarihimizin “doğru çıkan tek gelecek tahmini” olan bu kehanetinde Ankara’nın 1923’te İstanbul’un yerini alıp başkent olacağını 100 küsur sene öncesinden söylüyordu.
ANKARA ŞİİRİNİN ORİJİNALİ
Müştak Baba’nın kehanetinin yeraldığı şiiri, orijinal diliyle şöyle:
“Me’vâ-yı nâzenîne kim elf olursa efser / Lâ-büdd olur o me’va İslâmbol ile hemser // Nun ve’l- alem başından alınsa nun-ı Yunus / Aldıkda harf-i diger olur bu remz ızhâr // Miftâh-ı sure-i Kaf ser-had-i kaf tâ kaf / Munzamm olunmak ister Râ-yı Resul-i Peyamber // Hây-ı huy ile âhir maksud oldu zâhir / Beyt-i veliyyü’l-ekrem Elhâc Abd-i ekber // Ey pâdişâh-ı fehhâm Sultan Hacı Bayram / Revhân ister ikram-ı Müştâk-ı abd-i çâker”
VE, GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
Şimdi, şiirin günümüz Türkçesiyle basit ama serbest tercümesini yapalım:
“1000 mânâsına gelen ELF sözü, güzeller beldesinin başına EFSER, yani tâc olarak konursa, o belde İstanbul’dan farksız bir hâle gelir. Sonra, Yunus Suresi’ndeki NUN ve Kaf Suresi’ndeki KAF harfleri alınır. Resul’ün, yani Hazreti Peygamber’in RI harfi de bunlara ilâve olunmak ister ve maksad ‘hây-ı huy’ sözündeki ‘HE’ harfi ile tamamlanır. Ey anlayışlıların padişâhı olan Sultan Hacı Bayram! Senin bulunduğun o güzel belde, bu değersiz kul Müştak’tan hürmet istiyor!”
Müştak Baba, şiirin ilk mısraında “1000” mânâsına gelen “elf” ve “tâc” demek olan “efser” sözlerini veriyor ve “efser”in başına “elf”in ilâve edilmesi gerektiğini söylüyor. Ebced hesabıyla 341 tutan efser”e “elf”in, yani“1000” sayısının ilâvesiyle, Ankara’nın başkent yapıldığı 1923’ün Hicri takvimle karşılığı olan 1341 tarihini elde ediyoruz.
Şair, daha sonra beş mısrada sırasıyla “elif”, “nun”, “kaf”, “rı” ve “he” harflerini veriyor. Bu harfler, bu sırayla yazıldıklarında ortaya “Ankara” kelimesi çıkıyor. Yani, Müştak Baba, “Ankara”nın eski harflerle yazılışı olan “A-N-K-R-H” harflerini sıralıyor, “Güzeller beldesi ve Hacı Bayram’ın memleketi olan Ankara, 1341 yılında başlara tâc olacak ve İstanbul’dan -yani, şiirin yazıldığı zamanın başkentinden- farksız hâle gelecek” diyor.
Kaynak: www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/934332-kahin-mustak-baba-ile-huseyin-efendi-kendi-idamlarini-da-onceden-bilmislerdi